Image default
Kongreler

25. İzmir Odağ Psikanaliz ve Psikoterapi Kongresi’nin Ardından

5 Ekim 2024 Cumartesi günü başlayan kongre Mimarlar Odasının Salonunda gerçekleşti. Salon ferahlığı, yeniliği ve konumu ile katılımcılar tarafından beğenildi. Sapkınlık gibi ağır bir konu birçok açıdan ele alındı. Sapkınlık karmaşık bir olgu olduğu için iki günlük bir zaman ayırmanın ve bir topluluk içinde tartışabilmenin yararı hissedildi.

Sapkınlığı tanımak ve anlamak, içinde bazı güçlükler barındırıyor. Öncelikle terapist için “Bu hasta sapkın.” demek kolay değil. Hasta ile girilen ilişkinin dinamiği bunu örtüyor, gizliyor ve sapkınlıkla çalışmayı engelliyor. Sapkın, değersizleştirici ve ayrıcalıklı konumunu terapiste enjekte edebiliyor. Terapist söyledikleri ya da söylemedikleri için kendini suçlayabilir ve utanç duyabilir. Yapmaması gereken bir şeyi yapmış olma duygusu ile yüklenebilir.

Toplantıda birçok konuşmacı ve tartışmacı “Sapkınlık babanın yasasını reddetmek mi?” sorusu üzerine konuştu. Bu sorunun birçok yanıtı var: babanın yasasının reddi, inkârı, görmezden gelinmesi, istismar edilmesi gibi birçok dinamik öge etkili olabilir. Sapkın, babanın yasasını inkâr edip ona uyuyormuş gibi gözüken bir ebeveyni içselleştirmiş ve üstbenlik haline getirmiş olabilir. Üzerinde düşünmek ve seans sırasında bu soruyu akılda tutmak iyi olacaktır.

Sadomazoşizm ve Sisyphus

İlk oturumda psikanalist Özden Terbaş “Klinikteki ve Sanattaki Görünümleriyle Sadomazoşizm” başlıklı konuşmasında sadomazoşizmin gelişimini anlattı. Sapkınlık konusunu anlayabilmek için önce sadomazoşizmin dinamiklerini anlamak gerekmektedir. Bu açıdan kongrenin bu oturumla açılması çok yerinde oldu. Konuşmayı dinlerken sadozmazoşizmin yansıtmalı özdeşleşmeden yansıtmaya geçiş anında yer aldığını düşündüm. Sadozmazoşizm konusunu “Totem, Yas ve Göbeklitepe” (http://www.bursapsikiyatri.com/makale.php?id=603) yazımda ele almıştım. Sadomazoşizmin ruhsallaşması insanlığın evriminde önemli bir yerde durmaktadır. Yansıtmalı özdeşleşmeden yansıtmaya geçiş gibi, alet kullanma ve görev paylaşımı olan bir grupla yaşamaya geçiş aşısından da önemlidir. Bunları düşünürken Özden Terbaş Marcell Jankovics’in “Sisyphus 1974” (https://www.youtube.com/watch?v=QujiLG93BKw) adlı video yapıtını paylaştı. Yapıtta, büyük bir güçlükle bir taşı yukarıya doğru ittiren Sisyphus sonunda bir taştan tepe yapar. Tepe bir piramit gibidir. Sadozmazoşizm; yapıt üretmek, sanat yapmak, yas tutmak gibi işlevler için gereklidir. Zorlanmaya ve acıya libido yatırılmadan taş taşımak, işçi olmak mümkün olmaz.

Sadomazoşizm, büyüsel düşünce ve tümgüçlülük ile gerçekliğin de sınırındadır. Sadomazoşizm sapkınlığa kaydığında acı, bağımlılık ve hasedin psikotik bir biçimde inkârı ile gerçeklikten çıkılmış olur. “Zulüm, maddeye mi, kendiliğe mi, nesneye mi yapılacak?”, “Saldırganlık nasıl boşaltılacak, nasıl yüceltilecek?” gibi sorular geldi aklıma. “Zalimliğin kontrol altına alınması” meselesi de ruhsal gelişimde önemli bir ögedir. Anal dönemde bu konu üzerine “çalışan” erkek çocuk ancak annesiyle birlikte iç dünyasında bu süreci işleyebildiğinde ödipalin kastrasyon meselesine girebilir. Sadomazoşim kavramsallaşıp ruhsallaştırılamadan kastrasyon konusuna girilirse çıkılamaz. Sadomazoşizm, temel olarak anal dönemde çalışılan bir konudur. (Nevrozlar III’te Odağ’ın çok kıymetli bir makalesi vardır: Sadizm Mazoşizm: Freud’un Karşıt Çiftleri https://www.odagyayin.com/urun/nevrozlar-3/)

Özden Terbaş, “ruhsal inziva” ve “klastrum” kuramlarından söz ettiğinde eğer saldırganlık ve sadizm konusunun işlenmesi ketlenirse içe kapanmalar olabileceğini gördük.

Winnicott’ın kuramı açısından sadomazoşizm

Peki sadomazoşizme yalnızca bir eylem ve yapış/doing mıdır? Oluş ile ilgili kısmı hakkında ne diyebiliriz? Winnicott’ın kuramı açısından baktığımızda çocuğun geçiş nesnesine yaptıkları ve geçiş nesnesiyle ilişkisi düşünülebilir. Çocuk geçiş nesnesine kötü davranır, onu kirletir, yıpratır. Winnicott geçiş nesnesini daha çok ben ve ben-olmayan bir nesne olması yönüyle değerlendirir. Dürtüsel kısmına pek odaklanmaz. Ama geçiş nesnesi dürtülerin de nesnesidir. Saldırganlık öyle dengeli bir biçimde uygulanır ki geçiş nesnesi yok edilmez. Zaten onun varlığı yaşamsaldır. Geçiş nesnesinden önce bebek memeyi dış gerçekliğe koyabildiğinde iç-dış ayrımının oluşmasının yanında bebek, nesne kullanmaya geçebilir. Oluş açısından bakarsak sadomazoşizmin işlenmesi ile çocuk “sevdiğini öldürmeyen, sevdiğine zulmetmeyen” biri haline gelir.

Özden Terbaş David Cronenberg’in Dead Ringers (Ölü İkizler) filmini yorumladı ve ikizlik konusuna bir film üzerinden değindi. Bu açıdan simbiyozun bozulması sürecinin ne kadar sancılı olduğu ve saldırganlık içerdiği görüldü. Simbiyozun bozulmasını aynı zamanda simgesele geçme çabaları olarak da değerlendirebiliriz. Çünkü ben ve ben-olmayan ayrımı simgesel denkliğin simgesele geçişini de içerir. Simgesele geçişi Winnicott meme ve geçiş nesnesi üzerinden tanımlarken Freud, kaka kompleksi üzerinden tanımlamıştır. Kaka dönüşerek penis, bebek, para, altın vb. olur.

Babanın saldırganlığı

Erdoğan Özmen “Sapkınlığın Genelleşmesi, Psikanaliz Tam Olarak Ne Söylüyor?” başlıklı konuşmasına psikanaliz yazınının Türkiye’deki tarihsel sürecindeki kıymetli deneyimlerini aktararak başladı. Negatifin ruhsallaştırılması konusuna değindi. İdeallerin ve değerlerin kaybedilmesinin yarattığı etkilerden söz etti.

İdealler, anne-babanın istek ve amaçlarının içselleştirilmesi ile oluşur. Baba meselesi ve babanın saldırganlığının ruhsallaştırılması da sapkınlar için bir sorundur. Welldone, sapkın hastalarının annelerinin de sapkın olduğunu ve bu annelerin, babalarının saldırganlığını ruhsallaştıramamış anneler olduğunu göstermiştir. Yani sapkının ebeveyni, kendi ebeveyn çiftinin birincil sahnesini ruhsal açıdan işleyememiştir. Böyle anneler kocalarını dışlarken çocukları ile kaynaşık kalırlar. Ya da böyle babalar eşlerini dışlarken çocuklarını da dışlayarak travmatize ederler.

Babanın saldırganlığının yapılandırıcı etkisi psikanaliz yazınında az ele alınan bir konu olmuştur. Athanasios Alexendiridis Psikanaliz Yazılarının Sembiyoz sayısındaki “’Sembiyoz’ üzerine yeniden düşünmek” yazısında bu konuyu anlatmıştır (https://www.baglam.com/home/book/psikanaliz-yazilari-47–sembiyoz).

Babanın saldırganlığı ruhsal olarak sindirilemezse ortaya çıkan örgütlenmelerden birisi “mafya örgütlenmesi”dir. Geçen yılki İzmir Odağ Psikanaliz ve Psikoterapi Kongresi’nde Mafya Babası başlıklı konuşmamda buna değinmiştim (http://www.bursapsikiyatri.com/makale.php?id=740). Mafya örgütlenmesinin dinamiğinde, eril ve dişil bir arada tutulamaz ve aralarında sadomazoşistik ve aşağılayıcı bir ilişkiye saplanırlar.

“Peki sapkınlarla ne yapacağız?” sorusuyla hem sosyal hem klinik açıdan karşılaşırız. Bu soru, sapkınlıkta benliğin düştüğü çaresizliği ve saplanmayı gösterir. Bu çaresizlik, sapkının yansıtmalı özdeşleşme ile karşıya attığı parçalardan biridir.

Babaya yaslanmak

Erdoğan Özmen Freud’un termodinamik gibi bazı kavramları başka bilim dallarından ödünç aldığını belirtti. Ödünç almaktan farklı bir şey yaptığını düşündüm çünkü bu kavramları aldığı yerlere geri vermedi. Yaptığına sahiplenmek de diyemem. Bu kavramları alıp kullanmış, sonra dönüştürerek sindirmiştir. Bunun ardından özgün bir kuram ve metapsikoloji ortaya koymuştur. Bu süreçte sırtını fiziğin, biyolojinin, antropolojinin “baba”larına yaslamıştır. Bu açıdan sapkın olanın babasıyla özdeşleşmesi, aile mirasını sürdürmesi zordur. Çünkü sapkın zaten üst kuşaklarının sapkın mirasını taşıyan bir ebeveyn zincirine sahiptir. Ebeveynlerinden gelen mirasını ve idealleri hem ülküleştiremez hem de yüceltemez. Sapkın ülküleştiriyor ya da yüceltiyor gibi gözükürken değersizleştirir. İlişki kurduğu özne, nesne ya da kurumu bozarak boka dönüştürür, kirletir. Bu açıdan Ödipus da sapkın bir babaya sahiptir ve Ödipus söylencesi sapkınlık açısından ele alınabilir.

Erdoğan Özmen Laplanche-Pontalis sözlüğünden söz etti. Bu sözlük psikanaliz yazınında asıl olarak Freud’un dilini açıkladığı için kurucu babanın mirasını alıp sonraki kuşaklara devreden iki kıymetli analistin yapıtıdır. Psikanalizin temel metinlerini esas alarak psikanalizin anlam dünyasını açıklığa kavuşturur ve sonraki kuşaklara aktarır.

Kendilik öncelikle “fizik”seldir

Erdoğan Özmen konuşmasında Freud’un somut ve soyut, fizik ve ruh arasındaki gidiş gelişlerine değindi. Freud, babalara yaslandığı gibi somut gerçekliğe de sırtını dayamıştır. “Benlik öncelikle bedenseldir.” vurgusu hiçbir zaman unutulmamalıdır. Özmen’in termodinamiğe değinmesi bende “Kendilik öncelikle fizikseldir.” düşüncesini doğurdu.

Sapkınlıktaki sahte üçlü

Gökçen Yıldız “Bu da değil o da değil. Ne bu, ne o.”” başlıklı konuşmasında kuramsal açıdan çok doyurucu bir sunum yaptı. Sapkınlık ile ilgili psikanalitik yazını gözden geçirdi. Sapkınlıkta olumsuzlamanın yerine değindi. Farkların, eksikliğin, sınırların, ayrılmanın, ölümün silinmesi ile ilgili dinamiğin sapkının ruhsallığında bir alan kapladığını gösterdi. Bu; olumsuz, akıl karıştırıcı, duyguları ağırlaştıran ve dışa atan dinamik dürtü yoğunluklu bir varoluş alanında yaşamını sürdürmektedir. Haz ilkesinin nesne parçasına yatırılması idealleşmiş bir gizlilikle yaşarken dürtü doyumu anlarında sapkın sadistçe taciz ettiği kurbanlarını aşağılar ve değersizleştirir.

Sapkın için özünde üçlü bir ilişki kurulamamıştır. Sağlıklı gelişimde çocuk annesine sırtını dayarsa babaya, babaya sırtını dayarsa anneye, içsel anne-baba tasarımına sırtını dayarsa dışarıdaki anne-babasına karşı durabilir. Bu karşı duruşta onurunu koruyabilir. Böyle bir süreç iyi nesnenin içselleştirilmesini ve sağlıklı otoerotizmin gelişmesini sağlar. Sapkınlığın dinamiğinde sağlıklı otoerotizm gelişememiştir. Sapkın için dürtüsel doyumun şiddeti ve bir alanda ilkel bir biçimde kalması üçgenleşmede güçlü bir direnç oluşturur, izole bir alanda ikili ilişkiye saplanma yaratır.

Sapkınlıkta dürtüsel doyum, gerçekliğe karşı bir isyan ile nesneyi baştan çıkartırken zulme maruz bırakma olarak gerçekleşir. Bu yüzden sapkınlık ve taciz iç içe geçen kavramlardır. Bu dinamiği Ferenczi “Erişkinin ve çocuğun dilleri arasındaki karmaşa: Şefkat ve tutkunun dili” makalesinde açıklamıştır.

Gökçen Yıldız sapkınlıkta; gücün fetiş olması, saldırganlığın merkeziliği, gerçekliği erozyona uğratma, gerçekliği daraltma, düşünmenin bozulması, düşüncenin sapkın eylem yararına manipülasyon için kullanılması durumlarını gözden da geçirdi.

O da değil bu da değil “iki”lemi

O da değil bu da değil “iki”lemine ancak üçüncü olarak bir otoritenin son verebileceği açıktır. Anne ya da baba otoritesi varlığıyla kaynaşma durumunu bozabilir. Annenin kocası ile ilişkisindeki “iki’li tutumu, çocuğa hem “Baban sana saldırırsa ondan seni korurum.” hem de “O iyi birisi onu seviyorum.” demesi ilişkiyi üçgenleştirir.

Yıldız, Welldone’un “Sapkınlık psikoz değildir.” tespitini anımsattı. Sapkınlık üzerinde çalışırken önce “Psikoz nedir?” sorusunu yanıtlamak gerekir. Bilinçdışı malzemeye, preödipale ve çocuksuya yaklaştıkça sapkın ve psikotik içeriklere yaklaşılır. Özellikle de kötücül bir sadizme, yıkıcılığın inkârına yaklaşılır. Rosenfeld böyle bir yıkıcılığın ve yarattığı acının inkârını psikotik olarak tanımlar.

Sapkınlıkla çalışırken “bir mağdur, bir suçlu ve bir travma” ile çalışılıyor olması konuyu ağırlaştırır. Sapkın kişi dürtüsünü boşaltırken karşısındakini yok sayar. Dürtüsünü boşalttığı nesne sapkın eylem sonrası suçluluk, varlık, ahlak gibi sapkının inkâr ettiği olgular ile uğraşmak durumunda kalır.

Sapkının yarattığı toplumsal alarm

Sapkın eylemde sapkında sinyal kaygısı yoktur ve sapkınlığa uğrattığı nesnenin sinyal kaygısını da feIç eder. Bunların yerine durumu öğrenen diğer kişilerde “alarm”lar çalar. Oturum arasında bir meslektaşım sapkın hastasıyla çalışırken nasıl korktuğunu ve odasına bir alarm düğmesi koydurttuğunu anlattı. Tüm bu eyleme dökme süreci bastırmanın ne kadar zor olduğunu ve simgeleştirmenin de felç olduğunu gösterir. “Sapkın sızma” planlanmış değildir, bir oluş hali gibidir. Dürtüsel boşalım ise bir zaferdir. Dürtüsel doyum yüceltilemez çünkü saldırganlık ve karşısındakini değersizleştirme idealleştirilmiştir.

Sapkın bir yalancı mıdır?

Yücel Yılmaz “Sapkının dili, sapkın pakt” başlıklı konuşmasında kuram ve klinik uygulama açısından önemli konulara değindi. Yalancılık konusu bunlardan biriydi. “Sapkın bir yalancı mıdır?” sorusu bir diğer açıklığa kavuşturulması gereken konudur. Sapkınlıkta gerçekliğin çarpıtılmasının özel bir biçimi vardır. Yücel Yılmaz sapkınlıkla ilgili olarak; sapkın eylem, ahlak, dilbazlık, aldatma, sapkın pakt, tersine çevrilebilir perspektif kavramlarını ele aldı.

“Sapkın pakt” tartışmalı bulduğum bir kavram oldu. Çünkü pakt ayrışmış iki kişi arasında olabilir. Sapkınlıkta nesnenin içine giren ve işgal eden sadist özne ayartıcı ve boyun eğdiricidir. Bunu bir zafer olarak yaşar. Ayrışamamamışlığı ve simbiyotik kaynaşıklığı yeniden canlandırır ve eyleme döker. İlişki kurulamazlık, uygunsuzluk, baştan çıkarma pakt kavramına uymaz. Yücel Yılmaz bu dinamikleri konuşmasında çok güzel aktardı.

İnkar’ın farklı halleri

İlk günün son oturumunda Türkay Demir “Fetiş örneği üzerinden sapkınlıkların gerçeklikle ilişkisine bir bakış” adlı konuşmasında “inkâr” süreçlerini açıkladı. İnkar psikopatoloji yaratan ana süreçlerdendir ve çeşitlerini anlamak gerekir.

Türkay Demir “Journal of polymorph perversity” adlı bir gülmece dergisinden söz ederek başladı. Normal olanın şiddetinin artıp azalabildiğini ama sapkın olanın garip bir yol izlediğini belirtti. Salman Akhtar’ın sapkın tanımlamasını aktardı. Bu tanımda; pregenital dürtüye saplanma, kastrasyon kaygısıdan savunmacı ya da fobik karşıtı tutum ile kaçınma, intrapsişik dünyada kuşak sınırlarının bozulması, bütünleşmiş nesneler ile özgün ve derin ilişkiler kuramama, gerçekteki ya da düşlemdeki bir çocukluk travmasının ve aşırı uyarılmanın gerçekliğin görmezden gelinmesi ve saldırganlığın bölünmesi ile tersine çevrilmesinin bir karışımı vardır.

Freud’un fetiş için tanımı çok kıymetli bir referanstır: Annenin penisi olmadığını inkâr etmek için olmayan bir şeyi temsil eden ama penis yerine geçen nesne.

Fetiş penise benzemez. Genellikle ayakkabı, kadife kumaş, iç çamaşırıdır. Türkay Demir fetişe giden inkâr süreçlerinin alternatiflerini değerlendirdi. Fetiş, cinsel gelişimi eşcinselliğe değil başka bir sürece döndürür. Küçük Hans’ta ise fetiş yerine fobi gelişmiştir. Olumsuzlama ve görmezden gelme gerçekliğin inkârının farklı düzeyleridir. Hepsinde gerçeğin inkârı ve kabulü değişik oranlardadır. İnkarın bölme ve disosiasyon ile ilgisi belirleyicidir. Benlik her zaman sentez için çalışmaz sentez yapmamak için de çalışır. Benlik, kabul edemediği gerçekliği iç dünyada, bir kendilik parçasında ayrı tutabilir.

Sapkında arzunun eyleme dökülmesinin sonuçları da inkâr edilir. Şaka da arzuyu sözle eyleme döker ve dürtüsel boşalım sapar. Türkay Demir başladığı gibi bitirişini de şakalara değinerek yaptı.

Yüceltme, ülküleştirme, değersizleştirme ve tümgüçlülük

İkinci günün ilk konuşmasını “Arzu-Yasa diyalektiğinde sapkınlık” başlığıyla Cem Kaptanoğlu sundu. Etkileyici sunumunda Lacan’dan alıntılar yaptı ve bir olgu örneği ile konunun anlaşılmasını kolaylaştırdı. Sunumunda anne ve çocuk arasındaki gizli anlaşmanın nasıl geliştiğini ve sapkınlığı sürdürdüğünü ortaya koydu.

Sapkınlığın dinamiğini anlamada yüceltme, ülküleştirme, değersizleştirme ve tümgüçlülük savunmalarını bilmek yararlı olacaktır. Her savunma gibi bunlar da nesne ile kurulan dürtüsel ilişkiyi yapılandırır ve belirler. Freud, “Yüceltme nesneye yatırılan libidoyu cinsel doyumdan başka amaçlara yönlendirir. Bunun aksine ülküleştirme, libido yatırılan nesneyi yükseltir ya da büyütür ve kendiliğin olduğu kadar nesnenin alanıyla ilgili de olabilir.” diyerek yüceltme ve ülküleştirme arasındaki farkı açıklığa kavuşturmuştur.

Yüceltme, yasa ve yasakla gelen bir bastırma ile ortaya çıkar. Benlik devrededir ve sinyal kaygısı libidinal yatırımı ikiye böler; bir kısmı yer değiştirerek yeni nesnelere yönelirken ensest yasağına boyun eğen şefkat kısmı ebeveyne bağlı kalmaya devam eder. Böylelikle çocuk dürtüsünü hem kendisi hem ailesi hem de içinde yaşadığı topluluk yararına yönlendirir.

Ülküleştirme, hayranlığın şiddetli halidir, kendiliği nesneye karşı tutkulu, bağımlı ve boyun eğici kılar. Nesne; büyük, üstün, tümgüçlü, büyüleyici ve mükemmeldir. Kendiliğin; küçüklüğü, aşağılık hali, güçsüzlüğü ve yetersizliği “üstün nesne” ile kaynaşılarak inkâr edilir. Klein, çocuk zulüm görme kaygılarıyla ve hasediyle baş edemediği için ülküleştirmenin gerektiğini belirtmiştir. Benlik zayıf olduğu için paranoid-şizoid konumda nesneyi çok iyi ve çok kötü olarak bölme zorunluluğu vardır. Çocuklukta ya da kısa süreli durumlarda işlevsel olabilirken erişkinlerde ve kalıcılaştığı hallerde gelişimi ve içgörüyü engeller. Ülküleştirme sırasında kendilik ve nesne ilişkisi dışarıdan etkilenemez.

Sapkın dinamiğindeki direnç aynı zamanda yüceltmeye karşıdır. Bu yüzden yüceltmeye yönelik eğilimlere şüpheyle yaklaşılmalıdır. Bu hastalar sahte bir yüceltme ve idealizasyon yaparlarken arka planda değersizleştirme olabilir. Sapkın, sağlıklı ve normal olana duyduğu haset yüzünden onu baştan çıkartıp değersizleştirir.

Chasseguet-Smirgel, sapkın edimlerde nesne ile birlikte dürtünün kendisinin de ülküleştirildiğini ifade eder. Özellikle preödipal dürtüler ve nesne parçaları ülküleştirilirken bu ülküleştirmeden çıkılamaz. Dürtülere belli bir narsisistik yatırım yapılmasının, dürtülerin bütünleşmesi ve benliğe dahil edilmesi için gerekli olduğunu da ekler. Ensest yasağının, ego idealinin gelişimindeki etkisi üzerinde durur. Ensest yasağı çocuğun anne ile kaynaşması tehlikesini önce anne sonra çocuk açısından güvence altına alır. Çocuğa tümgüçlülükten çıkış yolunu sunarken narsisistik kaynaşma yerine nesne ilişkisi oluşturma yönünde teşvik eder.

İzmir Odağ, psikanalize giden kral yoludur

Ayla Yazıcı konuşmasına İzmir Odağ Psikanaliz ve Psikoterapi Derneği’nden söz ederek başladı. Birçok psikanalistin ve psikanalist adayının yolu bu dernekten geçmiştir.

Ayla Yazıcı sapkın hastalarla yapılan çalışmalarda bazı konuların sümen altı edildiğine, bazen bir “al gülüm ver gülüm havası” geliştiğine değindi. Bu hastalarda bilinçdışı olarak zarar verme arzusu olduğunu ve yine bilinçdışı olarak suç ortaklığı yaratma yetenekleri olduğunun belirtti. Bu hastaların çocukluklarında gerçek ihtiyaçları sadistçe inkâr edilmiştir.

Sapkınlıkta oyun, sanat ve gerçeklik arasındaki sınırlar karışıktır. Sapkınlıkta iki bedenli temas zihinsel temasın önüne geçer. Bu temas iki bedenli gözükse de dışarıdaki nesne bedensizleştirilir, parça nesne haline getirilir ve değersizleştirilir. Bir temastan çok ayartılan nesnenin içine zorla girme ve ilkel ögeleri onun içine boşaltma vardır. Seansta bu, telefonunu şarja takma ya da çöpe bir şey atma biçiminde olabilir.

Bu hastaların düşleri ile çalışırken Hanna Segal’in ilkel hastalar için önerdiği yol izlenebilir. Segal, bu hastalarda rüyaların işlevinin yorumlanması gerektiğini belirtir.

Öğle arasından sonra Zeynep Atbaşoğlu adına bir anma töreni düzenlendi. Eşi Cem Atbaşoğlu ve Serpil Vargel onun psikanalize katkılarını ve bu çalışmalardaki samimiyetini ve çabasını anlattılar.

Sapkın bir kapsayan olarak lider ve topluluğu

İlker Küçükparlak “Bir sapkın kapsayan modeli olarak popülizm” başlıklı sunumunda önce  popülizmden söz etti. Yıkıcı ve sıradan popülizmi tanımladı. Grup içi kohezyon oluşumlarını hayvan araştırmaları üzerinden anlattı. Bion’un kuramından yaptığı alıntılar ile tehlikede hisseden toplulukların sapkın liderlere yönelişini gösterdi. Bu liderlerin sapkın bir kapsayan olarak işlev gördüklerini belirtti.

Özge Soysal “Hangi sapkınlık? Kapitalist söylem, ‘Lathouse’ ve Günümüzde Sapkınlıklar” başlıklı konuşmasında Lacaniyen açıdan sapkınlığı değerlendirdi. Lacan sonrası gelişen süreçlerden ve kavramlardan söz etti. Kapitalist sistemin özne üzerindeki etkilerine değindi. Lacan’ın özdeşim seminerine atıfta bulundu. (Sunumuna bu bağlantıdan ulaşabilirsiniz: https://www.ozgesoysal.com/yazi/hangi-sapkinlik-127)

Toplantının son oturumda Serpil Vargel önce Kohut’un kuramını özetledi. Kendilik oluşumunun süreçlerine değindi ve kendilik oluşumunun dürtüye sapmasını açıkladı. Kohut’un “Thomas Mann’dan ’Venedikte Ölüm’ – Sanatsal yüceltmenin parçalanması üzerine bir öykü” makalesinde değindi. “Zone of interest” filminde sapkınlığın nasıl sahneye aktarıldığını anlattı.

Tam bir ziyafete dönüşen ve çeyrek asrı tamamladığımız 25. kongrenin ardından birçok arkadaşımla toplantıyı ve bizde yarattığı etkileri uzun uzun konuştuk.

Bu güzel etkinlik için başta sayın dernek başkanı Selin Demet’e, tüm düzenleme kuruluna ve emeği geçen herkese çok teşekkür ederim.

Ali Algın Köşkdere

İlgili yazılar

12. Bursa Psikoterapi Günleri

mehmetislam

15. İzmir Psikanaliz ve Psikoterapi Günleri

mehmetislam

10. İzmir Psikanaliz ve Psikoterapi Günleri

mehmetislam